17 Aralık 2010 Cuma

SEFİLLER - DÖRDÜNCÜ KİTAP

DÖRDÜNCÜ KİTAP
-208-
GORBEAU VİRANESİ
1. Üstat Gorbeau
Bundan kırk yıl önce, kayıp Salpetriere ülkesinde bulvar boyunca İtalya kapısına doğru tek başına gezmeye çıkan bir yolcu öyle yerlere gelir ki, adeta artık Paris kayboluyor sanırdı. Issızlık değildi bu, çünkü gelip geçenler olurdu; kırlık yer değildi, çünkü evler ve sokaklar vardı; şehir değildi, çünkü sokaklarda boş arazideki yollar gibi tekerlek izleri vardı ve otlar bitmişti; köy de değildi, çünkü evler çok yüksekti. Öyleyse burası neydi? Kimselerin




Odabaşı olan bu yaşlı kadın gerçekte ka-
İpıcılık görevi yapmaktaydı. Noel günü burasını Jean Valjean'a o kiralamıştı. Jean Valjean kendisini İspanya tahvilleri yüzünden iflas eden bir gelir sahibi olarak tanıtmış ve burada torunuyla oturacağını söylemişti. Kirayı altı aylık peşin ödemiş ve yaşlı kadını odayla bölmeyi, gördüğümüz gibi döşemekle görevlendirmişti. Geldikleri akşam sobayı yakıp, her şeyleri hazırlayan işte bu kadıncağızdı.
Haftalar birbirini kovaladı. Bu iki varlık, bu sefil evde mutlu bir hayat sürüyorlardı.
-223-
Gündoğumuyla birlikte Cosette de gülmeye, konuşmaya, şarkı söylemeye başlıyordu. Çocukların da kuşlar gibi sabah sarkılan vardır.
Bazen Jean Valjean onun soğuktan çatlamış, kırmızı küçük ellerini öpüyordu. Hep dayak yemeye alışmış olan zavallı çocuk, bunun ne demek olduğunu bilemiyor, utanarak uzaklaşıyordu.
Zaman zaman ciddileşiyor ve küçük siyah elbisesini gözden geçiriyordu. Cosette artık paçavralar içinde değildi, yastaydı. Sefaletten çıkmış, hayata girmişti.
Jean Valjean ona okuma yazmayı öğretmeye başlamıştı. Bazen çocuğa kelimeleri heceletirken, kendisinin kürekteyken kötülük yapma amacıyla okumayı öğrendiğini düşünürdü ve şimdi bu fikir, sonunda bir çocuğa okuma yazma öğretmeye dönüşmüştü. Bütün bunları düşündüğünde yaşlı kürek mahkûmu meleklerin gülümseyişiyle gülümserdi. O burada, yukarıdaki birinin takdirini, insan olmayan birinin iradesini seziyor ve derin düşüncelere gömülüyordu. İyi düşüncelerin de, kötü düşünceler gibi uçurumları vardır.
Jean Valjean'm hemen hemen bütün zamanı Cosette'e okuma yazma öğretmek ve onun oyun oynaması için ara vermekle geçiyordu. Ara sıra ona annesinden söz ediyor ve onun için dua ettiriyordu.
Cosette, ona, "Baba," diyor, başka adını da bilmiyordu.
Jean Valjean, kızın bebeğini giydirip soymasını seyrederek, cıvıldaşmasını dinleyerek
-224-
saatlerce oyalanıyordu. Hayat artık ona ilgi çekici görünüyordu. İnsanlar ona iyi ve dürüst geliyordu, kafasında hiç kimseyi hiçbir şeyden suçlu bulmuyor, şimdi bir çocuk tarafından sevildiğine göre iyice yaşlanıncaya kadar yaşamamak için hiçbir neden görmüyordu. Cosette'in gönül okşayıcı bir ışık gibi aydınlattığı upuzun bir gelecek görüyordu kendisi için. En iyiler bile bencil düşüncelerden büsbütün arınmış değildirler; bazı anlar Cosette'in büyüdüğünde çirkin bir kız olacağını adeta sevinerek düşünüyordu.
Sırf kişisel bir kanı olmakla birlikte, düşüncemizi bütünüyle söylemiş olmak için şunu da belirtelim ki, Jean Valjean'in geldiği bu noktada Cosette'i sevmeye başladığı zaman, iyilik yapmaya devam etmesi için, böyle bir desteğe ihtiyacı olmadığı bizce kesin değildir. İnsanların kötülüğünün ve toplumun sefaletinin yeni yanlarını görmüştü. Gerçi bunlar eksik yanlardı ve kaçınılmaz olarak gerçeklerin ancak bir yanını yansıtıyorlardı. Kadının talihi Fantine'de özetleniyor, kamu otoritesi Javert'in şahsında cisimleşiyordu. Küreğe, iyilik yaptığı için dönmüş, yeni acılar altında ezilmiş; onu yine tiksinti ve yorgunluk sarmaya başlamıştı, hatta piskoposun anısı bile bazı anlar zihninde bulanıklaşıyordu. Gerçi sonra daha aydınlık, daha görkemli bir şekilde yeniden beliriyordu ama bu kutsal anı ne de olsa giderek zayıflamaktaydı. Jean Valjean'in cesaretini kaybetmek ve yeniden düşmek üzere olmadığını kim bilebilirdi ki? Ama sevdi, yeniden güç kazandı. Yazık! Coset-
-225-
te'den daha az sallantıda değildi. O, onu korudu, o da ona güç verdi. Cosette, onun sayesinde hayatta yürüyebildi; Jean Valjean, onun sayesinde erdemli kalmaya devam edebildi. O, bu çocuğa destek oldu ve bu çocuk, onun için bir dayanak noktası oldu. Ey, kader dengelerinin nüfuz edilmesi imkânsız kutsal sırrı!
4. Önemli Kiracının Gördükleri
Jean Valjean temkinli davranıyor, gündüzleri hiç dışarı çıkmıyordu. Her akşam alacakaranlıkta bazen tek başına, çoğu defa Co-sette'le birlikte bir iki saat kadar dolaşıyor, en tenha bulvarların yan sokaklanndan gitmeye dikkat ediyor ve kiliselere gece bastırırken giriyordu. En yakın Saint-Medard kilisesine gitmeyi tercih ediyordu. Cosette'i götürmediği zamanlar, kız, yaşlı kadınla kalıyordu, ama iyi adamla dışarı çıkmak küçük kız için daha büyük bir zevkti. Onunla bir saat birlikte olmayı, Catherine'le baş başa geçirdiği o sihirli anlara bile tercih ediyordu. Jean Valjean, Cosette'i elinden tutarak yürüyor ve ona hoş şeyler anlatıyordu.
Cosette artık çok neşeliydi.
Yaşlı kadın ev işlerini görüyor, yemeği pişiriyor ve yiyecek almaya gidiyordu.
İdareli bir şekilde, her zaman ocaklarında biraz ateşleri olan, ama çok sıkıntıda bulunan kimseler gibi yaşıyorlardı. Jean Valjean ilk günkü eşyalarda hiçbir değişiklik yapmamış, sadece Cosette'in bölmesinin camlı kapısını, camı olmayan bir kapıyla değiştirmişti.
-226-
Hep o san redingotunu, siyah külot pantolonunu ve eski şapkasını giyiyordu. Sokakta görenler onu fakir sanıyorlardı. Bazen iyi kalpli kadınlann ona metelik verdikleri bile oluyordu. Jean Valjean meteliği alıyor ve derin
bir saygıyla selam veriyordu. Bazen de kendisinden sadaka isteyen yoksullara rastlıyordu. O vakit, kimse tarafından görülüp görülmediğinden emin olmak için çevresine bakıyor, sakına sakına talihsiz adamın yanma yaklaşıyor, eline birkaç parça, çoğu zaman bir gümüş sikke bırakıp acele uzaklaşıyordu. Sakıncalan olan bir davranıştı bu. Mahallede onu, 'sadaka veren dilenci' diye tanımaya başlamışlardı.
Yaşlı kadın suratsız, yakınlanna karşı kıskançlıkla yoğurulmuş bir yaratıktı, Jean Valjean hiç farkında olmadan onu inceleyip duruyordu. Biraz sağırdı, bu yüzden de gevezeydi. Geçmişinden ona iki diş kalmıştı. Biri yu-kanda, öteki aşağıda olan bu dişleri durmadan birbirine vuruyordu. Cosette'e bir sürü soru sormuş, o da hiçbir şey bilmediğinden, ancak Montfermeil'den geldiğini söyleyebilmişti. Bir sabah bu dikizci kadın, Jean Valje-an'ın harap evin oturulmayan bölümlerinin birinden içeri girdiğini gördü. Dedikoducu kadına Jean Valjean'ın tavrı garip görünmüştü. Onu yaşlı bir kedi gibi sessiz adımlarla izledi ve tam karşıya gelen kapının çatlağından görünmeden gözetledi. Jean Valjean, şüphesiz, fazladan bir tedbir olarak sırtını bu kapıya dönmüştü. İhtiyar kadın, onun cebini ka-nştırdığını, oradan bir kılıf, makas ve iplik çı-
-227-
kardığını, sonra redingotunun eteklerinden birinin astarını söktüğünü ve söktüğü yerden sarımsı bir kâğıt parçası çıkardığını gördü. Yaşlı kadın bunun bin franklık bir banknot olduğunu dehşetle fark etü. Bu parayı doğduğundan beri ya iki ya da üç defa görmüştü. Dehşetle, korkarak kaçtı.
Az sonra Jean Valjean kadının yanına gelerek, şu bin franklık kâğıt parayı gidip bozdurmasını rica etti ve bunun bir gün önce almış olduğu altı aylık geliri olduğunu ekledi. Yaşlı kadın, "Acaba nereden aldı?" diye düşündü. Akşam saat altıda çıkmıştı, hükümetin veznesi şüphesiz o saatte açık olmazdı! Kadın gitti, parayı bozdurdu, bir yandan da tahminlerde bulundu. Hakkında yorumlar yapılarak giderek yayılan bu bin franklık para, Vignes-Saint-Marcel Sokağı dedikoducu kadınları arasında bir sürü kuşkulu konuşmalara yol açtı.
Daha sonraki günlerden birinde Jean Val-jean'm koridorda testereyle odun kesmesi gerekti. Yaşlı kadın odada ortalığı topluyordu. Yalnızdı, Cosette odunların kesilmesini seyretmekle meşguldü. Kadın bir çivide asılı duran redingotu gördü ve onu inceledi. Astar yeniden dikilmişti. Kadın redingotu dikkatle yokladı ve eteklerde, koltuk altlarında kâğıt desteleri varmış gibi geldi; belli ki, bunlar binlik paralardı!
Ayrıca kadın, redingotun ceplerinde daha bir sürü şeyler olduğunu da gördü. Yalnız evvelce gördüğü iğne, iplik, makas değil, büyük bir cüzdan, çok büyük bir bıçak, şüphe çeki-
-228-
ci birtakım şeyler ve çeşitli renkte perukalar da vardı. Bu redingotun her cebi beklenmedik olaylar karşısında başvurulacak bir eşya deposunu andırıyordu.
Viran evin sakinleri böylece kışın son günlerine ulaştılar.
5. Yere Düşen Madeni Bir Beş Franklık Ses Çıkarır
Saint-Medard yakınlarında, körletilmiş olan eski bir beylik kuyunun kenarına bağdaş kurup oturma âdetinde olan bir yoksul vardı. Jean Valjean, bu adama yardımda bulunmaktan hoşlanır, onun önünden birkaç metelik vermeden geçmez, ara' sıra onunla konuşurdu. Bu dilenciyi kıskananlar onun polis olduğunu söylerlerdi. Durmadan dualar mırıldanan yetmiş beş yaşında yaşlı bir kilise hademesiydi.
Bir akşam Jean Valjean yine buradan geçiyordu, yanında Cosette yoktu, dilencinin yeni yakılan sokak lambasının altında, her zamanki yerinde olduğunu gördü. Adam âdeti olduğu üzere dua eder gibiydi ve öne doğru eğilmişti. Jean Valjean ona doğru gitti ve her zamanki sadakasını eline koydu. Dilenci birdenbire gözlerini kaldırdı ve Jean Valjean'a dikkatle baktıktan sonra başını hemen eğdi. Bu, şimşek gibi bir hareketti ve Jean Valjean o an titredi. Sanki sokak fenerinin ışığında yaşlı kilise hademesinin sakin, dindar yüzünü değil de, korkunç, tanıdık bir yüzü görmüş gibi geldi ona. Karanlıkta birdenbire bir kaplanla karşı karşıya gelen birinin duyabile-
-229-
ceği hisse benzer bir şeyler duydu. Dehşetle ve taş kesilmişçesine geri çekildi, ne nefes almaya, ne konuşmaya, ne kalmaya ne de kaçmaya cesaret edebildi, dikkatle dilenciye ba-kakaldı. Dilenciyse bir paçavrayla örtülü başını önüne eğmiş, onun orada olduğunun bile farkında değilmiş gibi duruyordu. Bu garip anda bir içgüdü, belki de o esrarlı korunma içgüdüsü Jean Valjean'ı tek kelime bile söylemekten alıkoydu. Dilencinin boyu boşu, pılı-sı pırtısı, görünüşü her günkü gibiydi. "Hadi canım!" dedi Jean Valjean kendi kendine, "Deliyim ben! Hayal görüyorum! İmkânı yok!" Ve iyice sarsılmış bir durumda eve döndü.
Gördüğünü sandığı yüzün Javert'in yüzü olduğunu kendi kendine bile açıkça itiraf etmeye cesaret edemiyordu.
Gece bu konu üzerinde düşünürken, ikinci bir defa başını kaldırmaya zorlamak için adama soru sormadığına pişman oldu.
Ertesi gün gece bastırırken tekrar oraya gitti. Dilenci yerindeydi. Jean Valjean, ona bir metelik verip, kararlı bir tavırla, "Merhaba ihtiyar," dedi. Dilenci başını kaldırdı ve kederli bir sesle, 'Teşekkür ederim iyi yürekli efendim," diye cevap verdi. Gerçekten de ihtiyar kilise hademesiydi bu.
Jean Valjean kendini tamamen güvende hissetti. Gülmeye başladı. "Hay kör şeytan, Javert'i gördüğünü de nereden çıkardın?" diye düşündü. "Hadi bakalım, şimdi de her şeyi ters mi görmeye başlayacağım nedir?" Bu konuyu bir daha düşünmedi.
Birkaç gün sonra, akşam saat yaklaşık
-230-
sekiz sularında Cosette'e yüksek sesle kelimeleri heceletiyordu ki, evin kapısının açıldığını ve ardından kapandığını duydu. Bu da ona tuhaf geldi. Kendileriyle birlikte bu evde oturan yalnızca yaşlı kadın vardı ve o da mum kullanmamak için daima gece olur olmaz yatardı. Jean Valjean, Cosette'e susmasını işaret etti. Birinin merdivenlerden çıktığını duymuştu. Gelen olsa olsa, hastalanıp ilaç almak için eczaneye giden yaşlı kadın olabilirdi. Jean Valjean kulak kabarttı.
Yere ağır basan birinin ayak sesiydi bu ve erkek ayağı gibi ses çıkarıyordu. Ama yaşlı kadın da kaba kunduralar giymekteydi ve yaşlı bir kadının ayak sesi kadar hiçbir şey bir erkeğin ayak sesine benzemezdi. Her şeye rağmen Jean Valjean mumu üfledi.
Bu arada Cosette'e alçak sesle, "Usulcacık git yat," diyerek onu yatağına yollamış, tam çocuğu alnından öperken ayak sesleri kesilmişti.
Jean Valjean sessiz, hareketsiz, sırtı kapıya dönük, kımıldamadan oturduğu iskemlesinin üzerinde, karanlıkta, nefesini tutarak öylece kaldı.
Oldukça uzun bir süre hiçbir şey duymayınca, ses çıkarmadan arkasına döndü ve gözlerini odanın kapısına dikti, anahtar deliğinde bir ışık gördü. Kapının ve duvarın siyahlığı içinde bu ışık uğursuz bir yıldız gibi görünüyordu. Besbelli ki orada, elinde mum, biri vardı, içeriyi dinliyordu.
Birkaç dakika geçti, ışık uzaklaştı. Jean Valjean hiç ayak sesi duymadı. Bu da, kapı-
-231-
dan dinlemeye gelenin pabuçlarım çıkardığı anlamına geliyordu.
Jean Valjean, kendini elbisesiyle yatağına attı ve bütün gece gözünü kırpmadı.
Gün doğarken yorgunluktan tam içi geçiyordu ki, koridorun ucunda tavan arasındaki odalardan birinin açılan kapısının gıcırtısıyla uyandı ve o gece merdivenlerden çıkan aynı ayak sesini duydu. Ses giderek yaklaşıyordu. Yataktan aşağı atladı ve gözünü oldukça büyük olan anahtar deliğine dayadı. Gece eve giren ve kapısını dinleyen her kimse, onu geçerken görmeyi umuyordu. Gerçekten de bir erkekti bu. Adam bu defa Jean Valjean'm odasının önünde durmadan geçti. Koridor henüz pek karanlık olduğundan, yüzü fark edilmiyordu. Ama adam merdivene gelince, dışarıdan vuran ışık demetinden silueti belirdi ve Jean Valjean, adamın sırtını iyice gördü. Uzun boyluydu, sırtında uzun bir redingot, kolunun altında da kalın bir sopa vardı. Ja-vert'in o korkunç görünüşüydü bu.
Jean Valjean, adamı bulvara bakan penceresinden bir daha görmeyi deneyebilirdi. Ama pencereyi açmak gerekecekti; cesaret edemedi.
Belli ki, içeri anahtarla ve kendi evine girer gibi girmişti. Acaba ona anahtarı kim vermişti? Bu ne demek oluyordu?
Sabah saat yedide yaşlı kadın temizliğe geldiğinde, Jean Valjean ona dikkatlice baktı, ama hiçbir şey sormadı. Kadıncağız her zamanki gibiydi.
Kadın, ortalığı süpürürken Jean Valje-
-232-
I
an'a, "Mösyö bu gece birinin eve girdiğini duydu mu acaba?" diye sordu.
O yaşta, o bulvarda, akşamın sekizi, kapkaranlık gece demektir.
Jean Valjean, doğal bir ses tonuyla cevap verdi:
"A, sahi, kimdi o kuzum?" "Evdeki yeni kiracı," dedi kadın. "Adı neymiş?"
"Pek hatırlamıyorum. Dumont mu, Dau-mont mu, öyle bir ad."
"Peki, kimmiş bu Mösyö Dumont?" İhtiyar, küçük sansar gözleriyle ona bakıp, "Sizin gibi bir gelir sahibi," dedi.
Belki hiçbir amacı yoktu, ama"jean Valjean bu sözlerde bir amaç olduğunu sandı.
İhtiyar kadın gidince dolapta duran yüz frank kadar bir parayı cebine koydu. Bu işi yaparken, paranın çıkardığı sesin duyulmaması için aldığı bütün tedbire rağmen yüz me-teliklik madeni para elinden kurtulup, gürültüyle döşeme taşlarının üzerinde yuvarlandı. Akşamın alacakaranlığında aşağı inerek, bulvarın her yanına dikkatle baktı. Kimseyi göremedi. Bulvar bomboş görünüyordu. Ama birisi ağaçlann arkasına saklanmış da olabilirdi.
Yukarıya döndü ve Cosette'e, "Gel," dedi. Küçük kızın elini tuttu, birlikte çıktılar.
-233-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder